Milyonlarca yıl önce oluşan, güzelliğin ve estetiğin simgesi elmas, yüzyıllardır zenginliğin ve gelişmiş zevkin ispatı oldu. Osmanlı elmasları, eski zaman ihtişamının göstergesi olarak, ustaları azalsa da, hayaller diyarından parıldayarak göz kırpıyorlar.

İHA muhabirinin çeşitli kaynaklardan derlediği bilgilere göre, yerkürenin ilk zamanlarında yüksek Basınç ve yeraltının ısısıyla oluşan ‘kimberlit’ adı verilen erimiş bir kayanın, yerüstüne itilip soğumuş halidir elmas. Kimberlit, yüksek nispette Magnezyum ve demir bulunduran volkanik kaya kalıntısıdır. Yağışların ve Hava şartlarının şekillendirdiği ve nehir yataklarına sürüklediği elmaslar, kazıcılar ve elmas toplayıcılarının çalışmalarıyla ortaya çıkarılır.

Elmasın kazanılması, diğer Minerallerin işlenmesi gibidir. Yalnız kristaller o kadar bol değildir. Çok dağınık olup, tespitleri bile güçtür. Yeryüzüne yakın cevherler olduğu gibi, 300 metre derinlerde olan cevherler de vardır. Cevher kayaları, borular daldırılarak kırılır. Çıkarılan balçıklı, kumlu cevher iki ameliyeden geçirilir. Cevher önce yoğun bir Sıvıda yüzdürülür. Çok ağır olan Mineraller dibe çöker. Daha sonra kumlu-çamurlu karışım, bir nevi elekte aşağı-yukarı titreşim verilerek, elmasın dibe çöktürülmesi sağlanır.

Ayrı bir sistemle hem kesilmiş, hem de parlatılmış hale getirilebilen yegane Mineral, elmastır. Birçok elmas kristali, kendiliğinden pırlanta olacak şekildedir. Fakat bir kısmı da kesilmek zorundadır. Kesilmesi dikkat ve titizlik ister. Elmasların kıymeti dört faktörle ilgilidir: Kesilme, renk, büyüklük ve mükemmellik. Çatlak olup olmaması da çok önemlidir. Çünkü, çatlaklık, ışık girişini zorlaştırmaktadır. Sarı ve kahverengi elmaslar pek istenmez. Pembe, menekşe rengi ve yeşil elmaslar çok makbuldur. Kesilme şekli belki de en mühim faktördür ve parça büyüklüğü ile kıymeti artar.

Bu özel taşlar, bir gramın yaklaşık 5’te 1’ine denk gelen ‘kırat’ ile ölçülür ve değerlendirilir. Elmasın en çok bulunduğu yerler olarak, Güney Afrika (Kimberley’de), Güney Amerika, Endonezya ve Hindistan sayılabilir. 19. yüzyılda Güney Amerika ve Afrika’daki elmas yatakları bulunmadan önce, dünyadaki en önemli yatakların adresi Hindistan’dı. Elmas işlemeciliğinin ve ticaretinin bu merkezi, Osmanlı elmaslarının da kaynağını oluşturmuş. 15. ve 16. yüzyılda elmaslar tek başına değil zümrüt ve yakutla birlikte kullanılmış. Bu yüzden, eski takıların bozulmaları ve elmasların tekrar kullanılmaları sebebiyle o dönemden günümüze çok az sayıda örnek ulaşmış.

17. yüzyılda Osmanlı’nın merkezi İstanbul’da, Avrupa’da olduğu gibi yalnız elmasla bezeli mücevherler üretilmeye başlanmış. Elmas kullanımının Altın çağı 18. yüzyıla denk gelmektedir. Bu döneme kadar doğal şekillerine çok müdahale edilmeyen elmaslar, Avrupa’da başlayan teknikle önceleri altı düz kesilerek kullanılmaya başlanmış. Daha sonra da geometrik şekil verilerek taşın daha ışıltılı görülmesi sağlanmıştır. Bu tür ışıldayan elmaslara da ‘brilliant’ denmiştir. Günümüzde ‘pırlanta’ olarak bilinen taşların kökeni bu kelimedir.

Osmanlı elmas işçiliği, 19. yüzyılda yaşanan köklü sosyal değişimlerden sonra; dünyadaki elmas ticaretinin rotasının Güney Afrika’ya kaymasıyla kaybolmaya yüz tutmuştur. Osmanlı elmaslarının örneklerini, Topkapı Sarayı Müzesi’nde görmek ve zamanının en güçlü imparatorluğunun ihtişamına şahit olmak yerli ve yabancı turistler için her zaman mümkün.
İHA

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

*

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.